19 Aralık 2009 Cumartesi



Zamanın üzerimizdeki ağırlığından yorgun düşsekte, onun otoritesine karşı öfke duysakta herşey bir birine anlar ile bağlı. Anları bir araya getirebildiğimiz takdirde kavrıyoruz zamanın üstümüzdeki hükmünü. Yap boza benzeyen parçalar birleştikçe anlamlanıyorlar. Belki bir fotograf karesindeki tel cambazı belki de nergisin bütün güzelliği ile ırmaktaki yansıması...

Kimimiz kabul etmiyor varlığı, hiç bir hükme boyun eğmiyor. Kimimiz ise "nihilist olamayacak kadar güzel!" Kimimiz içindeki boşluğu ideolojileri ile dolduruyor. Kimimiz ise üzerinde yürüdüğü tel kadar gergin. Ne de olsa çok yükseklerden baktığı dünyamız pek de pembe değil. Kimimizin yaşadığımız bu savaş dolu yıllarda pollayanadan farkı yok. Belkide bu bizim nergisimiz!

"Nergis der ki ben nazlıyım./ Sarp kayalarda gizliyim. / Mavi donlu gökyüzüyüm. /Benden ala çiçek var mı?" Nazlı nazlı süzülen ırmaklar boyu yürümek, ırmak kenarlarında açan nergisleri koklamak, mavi gökyüzü altında hayal kurmak, bazen temiz orman havasını bazen ise kulenin tepesinden şehrin görüntüsünü içime çekmek istiyorum. İstiyorum ki tren rayları boyunca karnımda rengarenk kelebekler uçsun...


Not: Fotoğraf tel cambazı Phillippe Petit'in İkiz Kuleler arasında yürümesini çeken James Marsh'ın Oscar ve Sundance ödüllü belgeselinden alınmıştır.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder