10 Nisan 2010 Cumartesi

Güzel günler, bizi bekler :)

Merhabalar sevgili okur,

Her ne kadar son zamanlarda gündemi biraz geriden takip ediyor olsam da burs için finalistler açıklandı. :) Bület Bayarslan, Selen Yamak, Özgün Uçar, Tuğba Tuluk, Baki Berk Kayalar ve yedeklerde de Gökhan Balıkçı ve Birge Yalçın için çoo..ok sevindim. Biliyorum ki hepsi bu bursu hak ediyor. Özlem Hanıma da bir kere daha bu fikrinden dolayı teşekkür ediyorum. Tabii ki interraile çıkmayı düşleyen herkes bu finalistlerin arasında olmak isterdi. Ama 5 talihli bu düşünü daha kolay gerçekleştirebiliyor şimdi. Umarım önümüzdeki yıllarda daha fazla insana daha fazla olanak sağlanabilir ve Özlem Hanımın bu girişimi pek eğlenceli bir örnek olur. Ben kendi adıma bu durumdan çok memnunum ve çok eğlendim.

;)

4 Ocak 2010 Pazartesi

Gündüz Düşleri

Birkaç saat önce İstanbul'a döndüm, ruhum muhtemelen Ege kıyılarında geziniyordur. Küçük Prens belki Martı Jonathan ile birlikte bir iki duble birşeyler içiyordur. Zeki Paşa ne yapıyordur acaba?

Sanırım yaşanmışlığın pek de önemi yok. Önemli olan nasıl hatırladığın. Ama Bodrum'u hatırlamak yetmiyor şu an. Kendime renkli iplerden yollar çizdiğim rüyalar görüyorum. Jonathan'ın peşi sıra uçuyorum bazen. Meyvesini ağaların değil de çocukların yediği bir/n şeftali ağacıyla sohbet ediyorum. Motosikletin arkasında etrafı izlerken rüzgar yüzümü yalıyor. Yel değirmenlerine selam veriyorum.O değil de, buralarda bir yerlerde "Anılardan/Hayallerden sıyrıl, şimdiye dön" tuşu olmalıydı. Yoksa aklım Bodrum'da mı kaldı? Sahi yarın son!..

Yarın Genç Gezginler Seyahat Bursu başvuruları için son gün sevgili okur. Yani bir ihtimal bu satırlar blogta yazdığım son satırlar. Bir diğer ihtimal ki bu beni benden alıyor, yeni yepyeni İnterrail yazılarıyla görüşeceğimiz anlamına geliyor.

Herkese yeni yılın sağlık, mutluluk, taptaze düşler, keyifli yollar ve ve ve umut getirmesini dilerim...

Ayşe Özyılmazer'den Enerji şarkısı da benden bütün kadınlara geliyor...na na naaa na nananaaa

19 Aralık 2009 Cumartesi



Zamanın üzerimizdeki ağırlığından yorgun düşsekte, onun otoritesine karşı öfke duysakta herşey bir birine anlar ile bağlı. Anları bir araya getirebildiğimiz takdirde kavrıyoruz zamanın üstümüzdeki hükmünü. Yap boza benzeyen parçalar birleştikçe anlamlanıyorlar. Belki bir fotograf karesindeki tel cambazı belki de nergisin bütün güzelliği ile ırmaktaki yansıması...

Kimimiz kabul etmiyor varlığı, hiç bir hükme boyun eğmiyor. Kimimiz ise "nihilist olamayacak kadar güzel!" Kimimiz içindeki boşluğu ideolojileri ile dolduruyor. Kimimiz ise üzerinde yürüdüğü tel kadar gergin. Ne de olsa çok yükseklerden baktığı dünyamız pek de pembe değil. Kimimizin yaşadığımız bu savaş dolu yıllarda pollayanadan farkı yok. Belkide bu bizim nergisimiz!

"Nergis der ki ben nazlıyım./ Sarp kayalarda gizliyim. / Mavi donlu gökyüzüyüm. /Benden ala çiçek var mı?" Nazlı nazlı süzülen ırmaklar boyu yürümek, ırmak kenarlarında açan nergisleri koklamak, mavi gökyüzü altında hayal kurmak, bazen temiz orman havasını bazen ise kulenin tepesinden şehrin görüntüsünü içime çekmek istiyorum. İstiyorum ki tren rayları boyunca karnımda rengarenk kelebekler uçsun...


Not: Fotoğraf tel cambazı Phillippe Petit'in İkiz Kuleler arasında yürümesini çeken James Marsh'ın Oscar ve Sundance ödüllü belgeselinden alınmıştır.





16 Aralık 2009 Çarşamba



Tümünü Yasla
"Gecenin ucundan gün aralanır."

Kendimi sıkışmış, zor durumda hissettiğim bir dönemi geride bıraktım. İlişkilerdeki yanlış yaklaşımların sonucu olarak girdiğim yollardan dönmek, bazı amaçlarımdan vazgeçmek durumda kaldım. İnsanların tamamıyla çıkarlarına yönelmiş olması, eşit şartların kaybolması, bencilliği ve duyarsızlığı acımasızlığı da beraberinde getirdi.

Bir nevi deprem oldu hayatımda diyebilirim. Sağlam olanlarla aynen devam ediyorum. Geri kalanlar içinse en iyi yöntemin yıkıp yeniden yapmak olduğuna karar verdim. Karar verebilmenin, vazgeçebilmenin çok büyük ferahlık getirdiğini şimdi anlıyorum.

Hayatımda çok büyük değişimler ve dönüşümler başlamakta. Eskiyi tamamen geçmişte bırakarak, yeniyle yaşama devam etmenin temel gereksinim olduğunu gördüm. Yaşamımda aslında ihtiyacım olmayan şeyleri taşıdığımı fark ettim.

Var olan şartlar tam anlamıyla değişiyor, yok oluyor, yeni şartlar ve durumlar doğuyor. Doğanın dengesi de bunun üzerine kurulu nede olsa: durmadan kurulup, dağılmak. Gezginin dengesi de bunun üzerine kurulu nede olsa: durmadan gitmek, gitmek...Bir birini izleyen tepkimeler gibi...Bir yere gitmek, orayı yaşamak, içinde birşeyler değişmiş olarak oradan ayrılmak ve başka bir yere gitmek...Süreklilik...











23 Kasım 2009 Pazartesi


"Hayatımızın uzunluğunu güneş, kalınlığını ise tutkularımız belirler." Ömer Hayyam

Bu sabah Hürriyet'in Seyahat ekinde Sezer Aslan'ın röportajını okudum. Daha ilk cümlesinde heyecanlanmıştım çünkü Sezer 30 dolarla 4 şehir gezmekten bahsediyordu. Dersin ortasındaydık, çizim yapmam gerekiyordu ama ben gazeteyi elimden bırakamıyordum. Bırakmasına bıraktım ama çizim bitene kadar içim içimi yedi. Okudukça imrendim.Bir yandan kendi durumumu tarttım tabii ki. Tamam, bir miktar borcum var, çalışmak durumdayım. Kendi derslerim, verdiğim özel dersler, Greenpeace'teki çalışmalar...Özellikle şu sıralar zamanımı ve parayı kontrol etmekte zorlanıyorum. Ama bunlar engel olmamalı...Çünkü ben zaten birşeyleri kontrol etme fikrine bile dayanamıyorum. İnsan "özgür olmak" için var. Beni var eden etrafımı çevreleyen koşullar değil, tercihlerim. Geçmişe ve şimdiye baktığımda pekte iyi şeyler görmüyorsam değiştirilmesi gereken şeyler var demektir. Eh, bunun en güzel çözümü de biraz arınmak, biraz nefes almak, küçücükte olsa bir gezi belki...
Ama bugün, ama yarın...
Bugün bitiyor, kaç yarın olacak belli değil....
Sabaha günaydın diyebiliyorsam hayattayım, tutkularım ne denli çoksa o kadar yaşıyorum.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Çadırcı...

Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, ışıklardan başka.
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.
Ömer Hayyam




11 Kasım 2009 Çarşamba

Gezmek, taşın toprağın dilini çözmeyi öğrendikçe artan bir coşku sanırım. Üstelik dünyayı taş toprak sayanın anlayamayacağı bu coşku bir geziyi yeni baştan yaratma gücüne sahip. Bir masalın yerleştirildiği dağ...karşısında derin düşüncelere dalmak, keyfimizce gezmek, görebildiğimizce görmek...Eve dönüpte gözlerimizi kapattığımızda gördüklerimizin gözlerimizden kayıp gitmesi, heyecanlanmamız, içimizdeki coşku...her şeyi baştan yaşama / anlatma / yazma hevesini doğurur. Ve bitirdiğimiz geziyi şimdi yeni baştan kurarız.
Tamamı için diyemeyiz ama çoğunlukla gezilen yerlerin yazılması, o yerlerin görülmesinden daha anlamlıdır. Çünkü yazdığımız zaman gördüğümüz yerleri kendimizce biçime sokar, böylece doğanın bir parçasına kendi kişiliğimizi katmış olarak veririz okuyana.
Yeni bir sabaha bilinmedik bir yerde uyanmanın, yeni insanlarla belki de ilk kez yediğimiz bir yemeği paylaşmanın, doğa ile başbaşa kalmanın tadı başka hiçbir şeyle ölçülemez kolay kolay. İşte geziyi yazan kişi, yazarak bu tada ortak etmek ister okuyanı. İster de başaramaz, başaramam. Az çok bende varım o yazının içinde de ondan. İşte sevgili okur, interraile çıkarak yeni yerler görmek, bitincede yeniden kurmak (yazmak) istiyorum da tam olarak bundan...