11 Kasım 2009 Çarşamba

Gezmek, taşın toprağın dilini çözmeyi öğrendikçe artan bir coşku sanırım. Üstelik dünyayı taş toprak sayanın anlayamayacağı bu coşku bir geziyi yeni baştan yaratma gücüne sahip. Bir masalın yerleştirildiği dağ...karşısında derin düşüncelere dalmak, keyfimizce gezmek, görebildiğimizce görmek...Eve dönüpte gözlerimizi kapattığımızda gördüklerimizin gözlerimizden kayıp gitmesi, heyecanlanmamız, içimizdeki coşku...her şeyi baştan yaşama / anlatma / yazma hevesini doğurur. Ve bitirdiğimiz geziyi şimdi yeni baştan kurarız.
Tamamı için diyemeyiz ama çoğunlukla gezilen yerlerin yazılması, o yerlerin görülmesinden daha anlamlıdır. Çünkü yazdığımız zaman gördüğümüz yerleri kendimizce biçime sokar, böylece doğanın bir parçasına kendi kişiliğimizi katmış olarak veririz okuyana.
Yeni bir sabaha bilinmedik bir yerde uyanmanın, yeni insanlarla belki de ilk kez yediğimiz bir yemeği paylaşmanın, doğa ile başbaşa kalmanın tadı başka hiçbir şeyle ölçülemez kolay kolay. İşte geziyi yazan kişi, yazarak bu tada ortak etmek ister okuyanı. İster de başaramaz, başaramam. Az çok bende varım o yazının içinde de ondan. İşte sevgili okur, interraile çıkarak yeni yerler görmek, bitincede yeniden kurmak (yazmak) istiyorum da tam olarak bundan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder