19 Aralık 2009 Cumartesi



Zamanın üzerimizdeki ağırlığından yorgun düşsekte, onun otoritesine karşı öfke duysakta herşey bir birine anlar ile bağlı. Anları bir araya getirebildiğimiz takdirde kavrıyoruz zamanın üstümüzdeki hükmünü. Yap boza benzeyen parçalar birleştikçe anlamlanıyorlar. Belki bir fotograf karesindeki tel cambazı belki de nergisin bütün güzelliği ile ırmaktaki yansıması...

Kimimiz kabul etmiyor varlığı, hiç bir hükme boyun eğmiyor. Kimimiz ise "nihilist olamayacak kadar güzel!" Kimimiz içindeki boşluğu ideolojileri ile dolduruyor. Kimimiz ise üzerinde yürüdüğü tel kadar gergin. Ne de olsa çok yükseklerden baktığı dünyamız pek de pembe değil. Kimimizin yaşadığımız bu savaş dolu yıllarda pollayanadan farkı yok. Belkide bu bizim nergisimiz!

"Nergis der ki ben nazlıyım./ Sarp kayalarda gizliyim. / Mavi donlu gökyüzüyüm. /Benden ala çiçek var mı?" Nazlı nazlı süzülen ırmaklar boyu yürümek, ırmak kenarlarında açan nergisleri koklamak, mavi gökyüzü altında hayal kurmak, bazen temiz orman havasını bazen ise kulenin tepesinden şehrin görüntüsünü içime çekmek istiyorum. İstiyorum ki tren rayları boyunca karnımda rengarenk kelebekler uçsun...


Not: Fotoğraf tel cambazı Phillippe Petit'in İkiz Kuleler arasında yürümesini çeken James Marsh'ın Oscar ve Sundance ödüllü belgeselinden alınmıştır.





16 Aralık 2009 Çarşamba



Tümünü Yasla
"Gecenin ucundan gün aralanır."

Kendimi sıkışmış, zor durumda hissettiğim bir dönemi geride bıraktım. İlişkilerdeki yanlış yaklaşımların sonucu olarak girdiğim yollardan dönmek, bazı amaçlarımdan vazgeçmek durumda kaldım. İnsanların tamamıyla çıkarlarına yönelmiş olması, eşit şartların kaybolması, bencilliği ve duyarsızlığı acımasızlığı da beraberinde getirdi.

Bir nevi deprem oldu hayatımda diyebilirim. Sağlam olanlarla aynen devam ediyorum. Geri kalanlar içinse en iyi yöntemin yıkıp yeniden yapmak olduğuna karar verdim. Karar verebilmenin, vazgeçebilmenin çok büyük ferahlık getirdiğini şimdi anlıyorum.

Hayatımda çok büyük değişimler ve dönüşümler başlamakta. Eskiyi tamamen geçmişte bırakarak, yeniyle yaşama devam etmenin temel gereksinim olduğunu gördüm. Yaşamımda aslında ihtiyacım olmayan şeyleri taşıdığımı fark ettim.

Var olan şartlar tam anlamıyla değişiyor, yok oluyor, yeni şartlar ve durumlar doğuyor. Doğanın dengesi de bunun üzerine kurulu nede olsa: durmadan kurulup, dağılmak. Gezginin dengesi de bunun üzerine kurulu nede olsa: durmadan gitmek, gitmek...Bir birini izleyen tepkimeler gibi...Bir yere gitmek, orayı yaşamak, içinde birşeyler değişmiş olarak oradan ayrılmak ve başka bir yere gitmek...Süreklilik...











23 Kasım 2009 Pazartesi


"Hayatımızın uzunluğunu güneş, kalınlığını ise tutkularımız belirler." Ömer Hayyam

Bu sabah Hürriyet'in Seyahat ekinde Sezer Aslan'ın röportajını okudum. Daha ilk cümlesinde heyecanlanmıştım çünkü Sezer 30 dolarla 4 şehir gezmekten bahsediyordu. Dersin ortasındaydık, çizim yapmam gerekiyordu ama ben gazeteyi elimden bırakamıyordum. Bırakmasına bıraktım ama çizim bitene kadar içim içimi yedi. Okudukça imrendim.Bir yandan kendi durumumu tarttım tabii ki. Tamam, bir miktar borcum var, çalışmak durumdayım. Kendi derslerim, verdiğim özel dersler, Greenpeace'teki çalışmalar...Özellikle şu sıralar zamanımı ve parayı kontrol etmekte zorlanıyorum. Ama bunlar engel olmamalı...Çünkü ben zaten birşeyleri kontrol etme fikrine bile dayanamıyorum. İnsan "özgür olmak" için var. Beni var eden etrafımı çevreleyen koşullar değil, tercihlerim. Geçmişe ve şimdiye baktığımda pekte iyi şeyler görmüyorsam değiştirilmesi gereken şeyler var demektir. Eh, bunun en güzel çözümü de biraz arınmak, biraz nefes almak, küçücükte olsa bir gezi belki...
Ama bugün, ama yarın...
Bugün bitiyor, kaç yarın olacak belli değil....
Sabaha günaydın diyebiliyorsam hayattayım, tutkularım ne denli çoksa o kadar yaşıyorum.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Çadırcı...

Bir sır daha var, çözdüklerimizden başka!
Bir ışık daha var, ışıklardan başka.
Hiç bir yaptığınla yetinme, geç öteye:
Bir şey daha var bütün yapıtlardan başka.
Ömer Hayyam




11 Kasım 2009 Çarşamba

Gezmek, taşın toprağın dilini çözmeyi öğrendikçe artan bir coşku sanırım. Üstelik dünyayı taş toprak sayanın anlayamayacağı bu coşku bir geziyi yeni baştan yaratma gücüne sahip. Bir masalın yerleştirildiği dağ...karşısında derin düşüncelere dalmak, keyfimizce gezmek, görebildiğimizce görmek...Eve dönüpte gözlerimizi kapattığımızda gördüklerimizin gözlerimizden kayıp gitmesi, heyecanlanmamız, içimizdeki coşku...her şeyi baştan yaşama / anlatma / yazma hevesini doğurur. Ve bitirdiğimiz geziyi şimdi yeni baştan kurarız.
Tamamı için diyemeyiz ama çoğunlukla gezilen yerlerin yazılması, o yerlerin görülmesinden daha anlamlıdır. Çünkü yazdığımız zaman gördüğümüz yerleri kendimizce biçime sokar, böylece doğanın bir parçasına kendi kişiliğimizi katmış olarak veririz okuyana.
Yeni bir sabaha bilinmedik bir yerde uyanmanın, yeni insanlarla belki de ilk kez yediğimiz bir yemeği paylaşmanın, doğa ile başbaşa kalmanın tadı başka hiçbir şeyle ölçülemez kolay kolay. İşte geziyi yazan kişi, yazarak bu tada ortak etmek ister okuyanı. İster de başaramaz, başaramam. Az çok bende varım o yazının içinde de ondan. İşte sevgili okur, interraile çıkarak yeni yerler görmek, bitincede yeniden kurmak (yazmak) istiyorum da tam olarak bundan...

4 Kasım 2009 Çarşamba


Bugünlerde hem vizelerimin başlaması hem de işimin kitap fuarı nedeniyle yoğunluk kazanması zamanımı kontrol etmekte zorluyor beni. Fark ettim ki 24 saat yetmiyor. Yarından çalasım var. :) Çok hazırlıklı başlamadım yani vizelere, bir türlü sınavlarım varmış gibi hissedemiyordum. Ki şimdi hissediyor muyum? Hayır... :) Ama oldukça şanslıydım. Ve iyi puanlar beklemekteyim.
Beklentiler...İnsanın hayattan bir beklentisi olmalı. Bunun için çabalamalı, umudunu kaybetmeden devam etmeli yoluna. Yola çıkmadan önce / Bir işe başlamadan önce bir tasarı olmalı kafasında. Ne istediğini bilmeden, amaçsızca savrulmamalı. Bir yol ayrımına geldiğinde her seçimin aslında öbürünü seçmemek olduğunu bilerek ilerlemeli. Olasılık hesaplarıyla hayat çekilmez belki ama kendisi için hangi seçeneğin olumlu olduğunu tahmin edebilmeli. Yanılsa bile umutsuzluğa düşmeden devam etmeli. Hevesi kırılsa bile onarabilmeli. Hata yapmaktan korkmamalı ama aynı hatada ısrar etmeninde zaman kaybı olduğunun bilincinde olmalı. Gelecek trene arkasında bıraktıklarını tartıp da binmeli. Tazelenmeli. Aşkın, arkadaşlıkların,seçimlerinin, tatlı yada acı yaşayacağı her maceranın lezzetini merakla beklemeli. Büyük maceralar, büyük aşklar, lezzetli yemekler olsun yolunda sevgili okur...

14 Ekim 2009 Çarşamba

9/8 lik hayat

8 Ekim hayatıma "şimdiki zaman" ekleriyle dahil olan Ozan'ın doğum günüydü. Birer bira ve tavla eşliğinde kutladık. Yenildiğim bir oyun ve birlikte geçen 6 yıla rağmen yeniliklerle dolu bir sohbet. Bir yandan da zaman yolculuğu gibi...Hem ileride ne olduğuna dair o büyük merak duygusunu hemde geride kalanlardan duyulan memnuniyet duygusunu bir arada yaşamanın keyfini çıkarttık. Birbirinin içine geçmiş iki ayrı ritmden aynı tadı alıyorduk. Biliyorduk ki zamanı iyi değerlendiremezsek, ritmi kaçırırız. Bununla beraber zamanın kendi bilindik hızıyla akışına, tempoya ayak uydurduk. Biralarımız bitince ayaklarımız durağa doğru bir ritm tutturdu. Biz otobüse binerken başka duraklara otobüsler yanaştı. Garlarda trenler boşaldı, doldu. Belki de bir interrail yolcusu trenini kaçırdı ve bulunduğu yeri biraz daha gözlemleyebilme fırsatı yakaladı. Evet sevgili okur, treni kaçırsakta hayatın ritmini kaçırmamamız dileğiyle...

7 Ekim 2009 Çarşamba

3 2 1...başlıyoruz...

Sokrates'e birisi için 'Seyahat onu hiç değiştirmedi.' demişler. O da 'Çok doğal, kendisini de götürmüştür.' demiş.

Annem matematik öğretmenidir. Öğretmen çocuğu olmanın verdiği sorumlulukla ve tabii ki annemin sürekli ders çalışmanın önemini vurgulayan öğütleriyle derslerine dikkat eden bir öğrenciydim liseye girene kadar. Günü gününe ders çalışan öğrenci tipi...Emeklerimin karşılığını da aldım, Vefa Anadolu lisesine girdim. Annem mutlu oldu. Ailem mutlu oldu.

Liseye girince çok iyi ingilizce bilmeme rağmen biraz soluk almak, dinlenmek, tembellik yapmak için bir sene hazırlık okudum. Nasılsa biliyorum mantığı ile dersleri takip etmeyince ingilizcem hatrı sayılır bir şekilde geriledi. Temelim var nasılsa diye kendimi avutmaya çalışsam da yalan. Nankör bu dil denilen şey...Pratik şartmış, öğrendim. Bu arada otobüsle tanıştım, sokakla tanıştım. İstanbul'u hiç tanımadığımı farkedince bir şeylerin ters gittiğini anladım. Onun ritmini yakalamak için hayatımı hızlandırdım. Aslında otobüs bile lüks sayılabilirdi o zaman. Okulu ilk kırdığımda çok yakın bir arkadaşımla Unkapanı- Beyoğlu arasını liseli kız modunda okul eteği, okul ayakkabıları ile yürüdük. Hatta kestirmeleri bilmediğimizden araç trafiğini takip ederek. Ayakkabılar vurdu, daha da giymedim onları. Spor ayakkabı gibisi yok.

Bu insanoğlu doyumsuz sevgili okur. İstanbul' un tadını alınca gözüm dışarılara kaydı iyice. Ama okula, dershaneye, aileye, paraya bağımlılık bazı planların, hayallerin ertelenmesine neden oldu. Bir sürü hayal kurdum, bir çok plan yaptım. Oluşan her fırsatı değerlendirmek yanlısı olduğumdan elimden geleni yaptım. Şimdi görüyorum ki aslında elimden gelenin fazlasını yapmam mümkün. Çünkü planlarım hayallerimden çok ve bu kadar çok plan yapmaya gerek yok. Umut benim, güneş benim...Bu yüzden sevgili okur, planlar kurup uygulamaya çalışan kendimi burada bırakıp ilk gelen trene atlamak istiyorum!